14 Mart 2010 Pazar

Yolculuk



Hayat, kendi seçimlerimizle yürüdüğümüz bir yol; yolculuğun aydınlığı ya da karanlığı ellerimizde, yüreğimizde… Ne mutluluklar ne de pişmanlıklar öylesine gerçekleşen olgular değil hiçbir zaman. Mutluluğumuzun da kederimizin de zeminini hazırlayan yine biziz. Bu yüzden isyan etmemeli insan yaşadıklarına, kendi kazdığımız kuyulara sinip beklemedik mi çoğu zaman? Kendi avuçlarımızla yakaladığımız mutluluğa sarılıp uyumadık mı? Sayması zor, hayatının en ufak ayrıntısında bile mutluluk bulmayı başardığı zaman direniyor yıllara insan… Pişmanlıkların ağır yükünü sırtından atmayı öğrendiğinde eğilip bükülmüyor zamanın karşısında… Küçücük hayatlarda kocaman anılar saklıdır genelde; mademki anılarımızdan bahsedeceğiz, dökmeli ortaya bohçamızdakileri.

En büyük pişmanlık, insanın içini en çok acıtandır. “Keşke” sözcüğü insanın iliğini kemiğini kurutur her seferinde. “Keşke”ler “iyi ki”lere dönüştüğü ölçüde yaşanmış sayılır bir ömür. Benim de en büyük pişmanlığım, insanlara vereceğim değeri asla tutturamamış olmaktır. Hak edene az değer verdiğim için yitirdim, hak etmeye fazla değer verdiğimden eksildim… Her ne kadar hatalarından ders alamayan biri olsam ve insanlara güvenmekten vazgeçemesem de, kimin yanımda kimin karşımda olduğunu daha iyi anlayacak olgunluğa eriştim. Düştüğümde kim beni kaldırmaya çalışır, kim düştüğüm çukuru daha da derinleştirmek ister görebiliyorum artık. İşte mevzubahis pişmanlığım da bu durumları daha önce göremeyişimden ileri geliyor. Sanırım canımı acıtarak hayatımdan geçip gidenlere bu noktada bir teşekkür de borçluyum. Güvenimi böyle sarsmasalardı belki de daha çok yara alırdım. Bazen de tam tersi oluyor, değerimi hak edeni yüz üstü bırakıyorum. Beni seviyorlar ama ben sevgilerine karşılık veremiyorum. Karşılıksız bıraktığım her sevgi onlar için bir yara oluyor, ben ise yaralayan. Sonra yaşadığım her karşılıksız sevgide onları anıyorum, ahlarını mı aldım endişesiyle… Lüzumsuz aslında, dönüp dönüp geçmişi yoklamak. Kanatan kanatmış, yaralayanlar yaralamış ve çekip gitmişler; yeri gelmiş biz bile kanatmışız birilerini. Bende ise bir avuç pişmanlık kalmış bunca olaydan geriye, hem de içine bolca hüzün eklediğim. Peki değer mi? Ömer Hayyam şöyle der bir rubaisinde: “Geçmiş günü beyhude yere yâd etme/Gelmemiş bir an için de feryad etme/Geçmiş gelecek masal bunlar hep/Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.” Pişmanlıklarımızı düşünerek ömrümüzden çalıyoruz. Bu noktada yine Hayyam’dan bir dörtlük ödünç alalım: “Dünyada ne var kendine dert eyleyecek/Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek/Zümrüt çayır üstünde sefa sür iki gün/Zira senin üstünde de otlar bitecek.” Çok karamsar bir bakış açısı mı bu dizelerdeki? Acı ama gerçek olan bu… Üç günlük dünyada dert etmeye değecek daha gerçek şeyler var hayatta: Sağlık sorunları, savaşlar, bozulan doğal denge ve mahvettiğimiz dünyamız…

Bu madalyonun bir de öteki yüzü var, mutluluk. İnsan sayısız küçük mutluluk biriktirebilmeli ceplerinde. Ama üzerlerine gölge düşürmemeli. Belirli bir mutluluktan bahsetmek gerektiğindeyse, gözümü kapattığımda “en büyük mutluluk” namına net şeyler anımsamıyorum. Küçük küçük anılar birikiyor zihnime. Çocukluğumun oyuncakları, kardeşimin dünyaya gelmesi, ilkokul sıralarında ilk kez dostluğu öğrenişim ve bu dostluğun 15 yıldır sürmesi, dünyanın en güzel yürekli öğretmeninin en gözde öğrencisi olmam, henüz ilkokulda ilk şiirimi yazışım, ilk ödülüm, öğretmenlerimin beni “şair kızım” diye sevmeleri, gitar çalmayı öğrenişim, gittiğim ilk konser, aldığım ilk albüm, lise sıralarındayken dergiye basılan ilk yazım, aldığım ilk övgü, kendi başıma İstanbul’umu keşfe çıkışlarım, satır satır İstanbul’u anlatışlarım, Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğu, mezuniyetlerim, hayatımın filmi The Crow’u izlemem, Türkiye futbol liginin 2005–2006 sezonu –ah, o son maçta attığım sevinç çığlıkları!– , lisede bir ömür elimi tutacak dostlar edinişim, internette blog sayfamı açışım ve insanların yaklaşık bir yıldır beni okuyor olması, Greenpeace ve WWF örgütleri için sanal eylemci oluşum, insanları bilgilendirmek için yazılar yazışım, üniversiteyi kazanmam, edindiğim arkadaşlar, ailemdeki sağlık sorunlarının hepsinin olmasa da bir kısmının üstesinden gelmemiz, neredeyse beni ölümün ucuna dek getiren ameliyattan sapasağlam çıkışım, daha iki hafta önce kaza geçirip on gün yoğun bakımda kalan kuzenimin hayata dönüşü, mesafeler ve pişmanlıklar yüzünden birbirimizi yok sayarken bugün tekrar kavuştuğum dostum… Tüm bunlar benim hayatımı anlamlı kılan detaylar, yüreğimde sakladığım yaldızlar… Tek ve kocaman bir mutluluktansa heybemdeki minicik mutluluklara sarılmayı tercih ediyorum hep. Eksik kalıyorum bazen, sarsılıyorum. Ama beni yıkmayı başaramadıkları her an daha çok mutlu oluyorum ben. Yüreğimde kopan fırtınaları bilmeden hakkımda ahkâm kesenlerin acizliklerini gördükçe mutluluğumu büyütüyorum. Madem Hayyam ile başladık, yine onunla devam edelim: “Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti/Dereden akan su ovada esen yel gibi/İki gün var ki dünyada bence ha var ha yok/Gelmeyen gün bir geçip giden gün iki.” Şu andaki mutluluklara bakmalı, nefes alabiliyoruz ya en azından! Şükretmeli…

Hayatın her yönü bir sınav, her sınav başka bir yol ayrımı. Her yol ayrımının kendi engebeleri var, her engebenin de kendi sonucu… Ya düşeceksin ya üzerinden geçeceksin. Ya mutlu olacaksın ya da pişman… Hepsi bizim elimizdeyken, “en”lerin peşinde koşmak yerine küçük sevinçlerle büyümeli. Umudumuz sonsuz olmalı, hayat uğraşı son bulana kadar… Bu yolculuk üzülmek için çok kısa… Hem de çok… Bitirirken son sözü yine Ömer Hayyam’a bırakalım… “Şu olan biten var ya boş ver ona/Taş yağsın isterse çok sürmez/Dakka şaşma dakka yaşamaya bak/Ne geçmişi düşün ne gelecekten kork.”

01.03.2010


----------

Dipnot: Bu yazıyı, onu ilk okuyan ve yorumlayan... zor anlarımda yanımda duran sevgili arkadaşım Ali Arda'ya ithaf ediyorum... :)

Dipnot 2: Can dost Naif bu yazıyı okuduktan sonra "Bu çok iyi olmuş. Yazarın olgunlaşma döneminde yazdığı ilk eseri.." dedi ve bu benim aldığım en özel övgülerden biri oldu. Belirtmeden geçemeyeceğim... Sağol Naif!

Dipnot 3: Sadık okurum İsmail'e de teşekkür borçluyum! :) Hiç ikiletmeden okur her seferinde. Biz de onu okuruz: http://isotic.blogspot.com

0 yorum: