20 Mart 2010 Cumartesi

İstanbul Kanatlarımın Altında


Bir sır var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık var, bu ışıklardan başka.
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye.
Bir şey daha var bütün yaptıklarından başka...


Bu dizelerle açılıyor film, Savaş Ay'ın o tok sesinden bir başka geliyor Ömer Hayyam'ın bu muhteşem rubaisi... Aslında filmi seveceğim daha DVD seçenekleri çıktığında çalmaya başlayan Tuluyhan Uğurlu ezgilerinden belli. maNga'nın Şehr-i Hüzün albümünde yer alan Gün Doğumu ve Hayat Bu İşte isimli güzelliklere de piyanosuyla can veren bu müzisyen bu güzel filmin müziklerini de yapmış. Zaten film boyunca duyulan ezgi, Hayat Bu İşte'nin de introsunda yer alıyor...

Bir Mustafa Altıoklar filmi olan İstanbul Kanatlarımın Altında, güçlü hem de epey güçlü bir oyuncu kadrosuna sahip... 17. yüzyıl İstanbul'unda geçen filmde Hezarfen Ahmet Çelebi'yi Ege Aydan, Lagari Hasan Çelebi'yi Okan Bayülgen, Bekri Mustafa'yı Savaş Ay, Evliya Çelebi'yi Haluk Bilginer, IV. Murat'ı Burak Sergen, Kösem Sultan'ı Zuhal Olcay ve Hezarfen'in kölesi, aşkı ve yardımcısı olacak Francesca'yı ise Beatriz Rico canlandırıyor. Hep birlikte bizi Hezarfen'in uçma tutkusuyla şekillenen bir maceraya davet ediyorlar... Ayrıca filmin bir yerinde ud çalan bir Nejat Yavaşoğulları gördüm, göz yanılması olamaz herhalde... :)

Film 1996'da Kültür Bakanlığı katkılarıyla yapılmış ve yapımında İspanyol ortaklar var; zira filmle ilgili bazı teknik işlemler Madrid'te gerçekleştirilmiş.

İlk sahne, Türk hamamı... Dostlar sohbette... Konu ise... İkarus! Hikayeyi bilirsiniz. İkarus ve babası Dedalus hapsedilirler... Sadece tek bir pencere vardır o da uçuruma bakar... Dedalus kaz tüylerini ve balmumunu kullanarak oğluna kanatlar yapar, gökyüzüne salar. Uyarır da... Alçaktan uçmamalı, yoksa denizin nemi zarar verir balmumuna; yüksekten uçmamalı, yoksa güneş eritir kanatlarını... Ama uçmanın güzelliğine kapılan İkarus unutur babasının uyarılarını ve yükseldikçe yükselir... Yükseldikçe yükselir... Güneş yakar güzelim İkarus'u... O güneşe uçar, güneş kanatlarını yok eder... Özgürlük tutkusu, kör eder gözlerini... 'Kahraman İkarus' sulara gömülür... Sen misin uçan! İkarus bile uçamamış derler Hezarfen'e... O da "Ama ben uçacağım!" der ve hikayemiz başlar... Hezarfen ile Hasan gece uzanıp gökyüzünü izlerken, Hasan sorar: "Ay Dünya'dan ne kadar uzak..." diye, Hezarfen der ki... "Uçunca görürsün!" Uçmak, insanoğlunun ezelden beri en büyük düşlerinden biriymiş, görüyoruz bunu...

Filmde dikkat çeken bir başka unsur da, bence Osmanlı'nın hızlı düşüşüne sebep olan iktidar hırsı... Kösem Sultan'ın iktidar düşkünlüğü filmin başında epey göze çarpıyor. Zaten tarihten de bunu biliyoruz. Ayrıca yine çok sinirlerimi bozan bir diğer hırs da... Şeyhülislam'a ait. Osmanlı'yı karanlıklar içinde bırakan ve yıkıma götüren en önemli sebeplerden biri de yeniliklerin tam karşısında durup onların var olmasını engelleyen bu din adamlarıdır bence.

Leonardo Da Vinci'nin elinden çıkma kanat çizimleri, bir gemiyle şehr-i İstanbul'a ulaştığında... Macera da hız kazanır. Üstadın yıllar süren araştırmalarının sonuçları, Francesca'nın da yardımlarıyla Hezarfen'in yolunu aydınlatacaktır. Da Vinci'nin çizimleri Evliya Çelebi'nin eline geçtiğinde onu aceleyle Hezarfen'e ulaştırmak ister, Bekri'nin kayığı ile... "Nedir bu acelen Evliya, yaşadığın anın tadını çıkar..." der Bekri. Ve sonra yine o muhteşem Hayyam rubailerinden birini söyleyiverir... Benim de çok sevdiğim ve maNga'nın Hepsi Bir Nefes'in nakaratında kullandığı şu dizeleri mırıldanır:

Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Hepsi hepsi bir nefestir alacağın, o da boştur boş!


Ve hemen ardından... Daha da çok sevdiğim şu dizeler gelir:

Şu olan biten var ya, boş ver ona.
Taş yağsın isterse, çok sürmez.
Dakka şaşma dakka, yaşamaya bak.
Ne gelecekten kork, ne de düşün geçmişi!..


Ah Hayyam!... Filmi benim için böylesine özel kılan, kullanılan şu dizelerdir belki de...

Filmin bir yerinde, Bekri gördüğü rüyayı anlattığında dalga geçerler onunla... Ah kalır mı lafın altında?! Şöyle der, "Nerden biliyorsun rüyadakinin hayal olduğunu... Ya sen de birinin rüyasıysan?!" Aklıma ister istemez İhsan Oktay Anar'ın o muhteşem kitabı, Puslu Kıtalar Atlası geldi... Ne diyorduk, "Düşlüyorum, öyleyse varım!" Öyle ya... Hepimizin birinin düşüysek ya?

Güzel olan her şeyin yasak olduğu bir dönemde olduklarını düşünüyor Hezarfen... IV. Murat devri, içki yasak... Gerçi Murat'ın kendisi de sirozdan öldü ama... Neyse! Murat tebdil-i kıyafet dolaşıyor, asıyor, kesiyor... En güzel cevabı bizim dostlar veriyor, yine Hayyam dizeleriyle...

Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde
Senden ayığız bu sarhoş halimizle,
Sen insan kanı içersin biz üzüm kanı,
İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?


Galileo'nun sözünden dönüşünü konuşuyorlar bir ara... Baskılar yüzünden caydığını... Ama kuş misali uçmak isteğinden ölüm bile vazgeçiremiyor Hezarfen'i... Yargılanmak için çıkarıldığı Şeyhülislam'ın önünde bile geri adım atmıyor. Bu arada geçen bir diyalogsa... Beni çıldırtmaya yetiyor! "Fert dediğin kanun için vardır, devlet için vardır.." diyor bizim sarıklı efendiler. Adalet yoktur, Kuvvetli olan haklıdır... Günümüzde de hala geçerli değil mi bu? Hezarfen'i mahvetmek için elinden geleni ardına koymayan Şeyhülislam'ın baskısı bir kıtadan diğerine uçabilen ilk insanın hayatını karartıyor böylece... "Onlar hep vardı, hala var ve ne yazık ki var olacaklar... Ama insanlık onları hiçbir zaman anmadı, anmayacak." diyor filmin sonunda Haluk Bilginer'in sesi... Ve çok haklı!

Ama yılmadı işte Hezarfen... Süzüldü gökyüzüne, Ney nefesleri eşliğinde...
"Ey İstanbul! Kanatlarımın altındasın işte!"

...Ve Öldüler...
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik...


Filmin sonuna kadar, en son isim de ekrandan silinene kadar izledim... O güzel müzikler için Tuluyhan Uğurlu'ya yine saygılarımı sunuyorum!


Not: Filmi tavsiye eden ve DVD'sini ödünç veren arkadaşlarıma teşekkürler...

0 yorum: