24 Haziran 2009 Çarşamba

içimden geldiği gibi...

brokoli, saçmalama fırsatı sunmuş bana; beni mimleyerek... dilediğince saçmala demiş... ikiletir miyim hiç?

**

son bir sınavı kalmış öğrenci psikolojisi ilginç bi'şey. ne çalışasım var, ne de sınava giresim. Türk dili dersi; zaten muhteşem kitaplar okumuşuz, yorum soracak, niye kasıyorum ki bilemedim!

Uçurtma Avcısı, Bin Muhteşem Güneş ve Acı Çikolata gibi insanın yüreğine işleyen kitaplar...
özellikle ilk ikisi, Afganistan'ın geçmişine ışık tutuyor...

**

Afganistan ilginç bir ülke: önce kendi aralarında iç savaş! sonra batının karışmasıyla karman çorman bir savaş! şu Amerika nereye el atsa piç ediyor!

**

Amerika'ya söylemediğim laf yok, kızıyorum.. sövüyorum.. isyan ediyorum.. ama ben İngilizce öğreniyor ve ilerde bu dilde çeviri yapmak üzere eğitiliyorum! çok düşünürdüm zaman zaman... hala da takılır aklıma... bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu falan! aman ha! milliyetçilikten falan değil bu düşüncem... sadece eleştirdiğim adamların diline olan tutkumdan... öte yandan, şöyle de bir avuntu var... anadili İngilizce olan biriyle onun dilinden konuştuğumda... şaşırsın, anadilin olmadığı halde nasıl böyle iyisin diyebilsin... bunu dedirtebildiğimde belki de dinecek kuşkular...

**

bu arada, sonunda mesleğime ısındım. evet evet, tam bir seneyi devirdikten sonra... Mütercim-tercümanlık... artık biliyorum, ileride çeviri yapmak beni mutlu edecek!

**

çeviri yapmak da demişken, ne zor işmiş bu yahu! öyle milletin sandığı gibi / hatta bizim bu bölümü kazanmadan önce sandığımız gibi... "sözlük aç, bak, çevir..." diye bir şey yok! her bir sözcük, kendine özgü bağlamı içinde değerlendirilmeli... anladığını, kendi dilinde en etkili biçimde ifade edebilendir çevirmen... emek, sevgi ve coşku istiyor... sevmezsen, çeviremiyorsun. sözcük avına çıkmaya üşeniyorsan, keyif alamıyorsun... ha bir de, yazılıya çalışmadan girersen... notlarını düşürüveriyorsun!

**

geçen arkadaşın biri dedi ki... "bu derslerin bu kadar üstüne düşmemek lazım, biraz da alttan almak lazım!"
galiba üniversite felsefesi bu... tuttum ama...

**

bilen, eski yazılarımı okuyan bilir... The Crow hayranı, fanatiği, fanı, tutkunu... her ne denirse, ondanım ben. tesadüfen, evde yalnızken, halamın arşivinde bulmuştum cd'sini. o izleyişle öyle bir işledi ki kanıma, bir daha vazgeçemedim. defalarca izler ve yine deli gibi ağlarım... her repliği kazılı zihnimde, öyle böyle değil!

**

"Victims, aren't we all?" en çarpıcı repliklerden... Eric Draven söylüyor, tam yerinde tam zamanında! "kurbanlar... hepimiz öyle değil miyiz?"

**

hepimiz bir şekilde, bi hayatın kurbanıyız aslında. 'ben masumum, kurbanım...' diyene 'hepimiz değil miyiz...' diyen Eric gibi... hepimiz yaptıklarımızın ya da bize yapılanların bedelini ödemiyor muyuz bir şekilde? hepimiz bir şeyleri mahvediyor ve birilerini kurban etmiyor muyuz?

**

bi replik daha var, hiç silinemeyen... "buildings burn, people die but true love lasts forever." "binalar yanar, insanlar ölür... ama gerçek aşk sonsuza kadar sürer..."

**

sonsuz aşk var mıdır, diye başlarsam saçmalamaya... hiç bitmez! en iyisi yazı bitsin burada! varsa da Eric Draven ve Shelly Webster yaşadı onu...

**

neyse, şimdi benim de birilerini mimlemem gerekiyormuş ki, onlar da gönüllerince saçmalayabilsinler.
brokoli efendi öyle buyurdu.
mimlenecek kişiler konusunda da yardım etti ki, bu konuda bir suçum yok...
aha bi tanesi dillerdeki sone... biri de benim manevi ikizim... hayali sesler...

**

benden bu kadar, sevgiler.. saygılar.. başka bir saçmalama seansında buluşmak üzere esen kalın, bir damla umut'la kalın!...


23:35

19 Haziran 2009 Cuma

anlık bir krizin şiiri / değer mi ki?

"zamanla tanırsın insanları...
yiter hayallerin birer birer!"

aşka küsmüş düşler vardı,
yeniden aşka sığınmak için zaman kollayan.
buldu da zamanı.
olur olmadık bir anda atılıverdi aşkın kollarına.
bilemezdik ki biz, dikenler bekliyormuş bizi.
izi silinmedi bak kesilen düşlerin.
kim derdi ki aşk yeniden çalacak kapını.
çalacak da, sonra kalan kırıkları da yıkacak.
gülerim be ben buna!
ama geldi aşk, geldi, yıktı... geri gitti...
yıkanda mı aramalı suçu, yıktıranda mı.
özür dilerim, düşlerim.
sizi yine kırdırdım.
kırılmanız için bir adamın avuçlarına yine ben bıraktım.
'suç sende' deyişinizi duyuyorum, ne yazık.
ama bilemezdim ki, umudu ölüme götürdüğümü.
bitti işte, aşktı. sondu. ölümdü. bitti.
ya da, aşık bile değildim aslında.
bir büyüydü, büyülendim.
biri geldi, bu düş balonuna iğneyi batırdı.
hayaller dağıldı. umut öldü.
büyü bitti.
büyüdük.
"yenilmesek hiç büyümezdik..."
ama büyüyoruz.
bunu da atlatırız be kalbim,
ne yenilgilerden başımız dik çıkmadık mı?
bu da biter...
bitti de geçti. acı mı kalır geriye... büyüdük ki biz!

"Tabutlara sığmayacak kadar intihar var, şeytanın siparişi...
dünyanın ninnisi olmuş sirenler, ya Rab bizi özler.
Şah damarım attıkça yaşını silerim çeşmin, solar hayat resmin...
umut nerdesin,yine bittin! nerelere gittin ben seni göremeden?"


19.06.09 - 23:30

15 Haziran 2009 Pazartesi

Vanilya kokulu saçmalamalar...



7 Haziran'da sabahın körü sayılan bir saatte, Kadıköy/Akmar'da; bir önceki gün bakıp da beğendiğim İspanyolca sözlüğü almak üzere girdiğim kitapçıda rastladım ona. kokusu başımı döndürdü, sabah sabah cüzdandan para çıkaramayacak kadar titretti ellerimi. uzun süredir duymadığım bir kokuydu onunkisi... aşık edici... Vanilya! sabahın köründe beni kucaklayan vanilya kokulu bir tütsü... soruverdim kitapçıdaki arkadaşa, 'ne kokusu bu böyle, sabah sabah çok iyi geldi...' gülümsedi, pakette kalan son tütsüyü de bana verdi, 'vanilya' dedi. böylece başımı döndüren bu güç, ellerimdeydi. sabah sabah karşılaştığım bu muhteşem jest de bütün gün yüzümü güldürdü... :)

yakmaya kıyamadım vanilya'mı, anca şimdi yaktım... sakinleştirsin diye beni... sardı dört bir yanımı... çok iyi hissediyorum şimdi kendimi... bak, fotoğrafını bile çektim... ama ne çabuk bitti yahu.. bu satırları yazarken bile kuşattı beni koku. avuçlarıma doldu, odamı sardı... farz oldu, alayım kendime bir kutu...


**


aslında bu aralar, futbol yazmak istiyordum... Galatasaray'ımdaki son gelişmeler, yeni gelenler, en son gidenler, umutlar, hayal kırıklıkları, yeni kaptanımız... falan filan! ama final haftası ciddi ciddi yorum yazma yetimi kaybettiğimi acıyla fark ettim. final bitsin, transfer dönemi azıcık soluklansın, ben de sakin sakin Rijkaard'ı falan anlatayım...


final demişken, son bir senedir yaptığım en kötü çeviriyi, çeviriye giriş dersinin finalinde yapmış olmaktan garip bir hüzün duymaktayım. sen çevir çevir, finalde mahvet. heheyttt! afferin bana. bak kendime bile kızamıyorum suratıma suratıma vanilya çarparken.


vanilya demişken, gerçekten güzel bir koku bu yahu... kıyamam... bitme sen, dur söndüreyim. yarı olmuş bile...


**


**


-see you later alligator!

+in a while crocodile!

(İngilizce konuşan insanların, ilginç vedalaşma sözleri...) =)

9 Haziran 2009 Salı

Tatil!

**
Tatil!!!
**



özlemi yürekteki her şeyi ezip geçebilir; öyle bunaldım ki... öyle üzerime geliyor ki duvarlar...

kaçıp kurtulasım, uzun uzun uyuyasım, yarın okulda ne olacak diye düşünmeden kitap okuyasım var!

sevdiğimi, istanbul'umu, biricik sevgilimi terk etmeyi bile düşünüyorum; gideyim bir süre özleyelim birbirimizi, hem izmir yabancı sayılmaz ki sevgilim... biraz uzaktan seveceğim seni... başka bir denize bakacağım ama yine sen tüteceksin burnumda... her martı gördüğümde, boğazını hatırlayacağım ve o boğazdaki narin süsünü, kız kulesi'ni.. kulemizi.. sonunda kavuşacağız hem, ucunda kavuşma varsa iyi gelir uzaklıklar...

tatili özledim. tatili bekledim. çok yoruldum...

üniversite kapağı atıp da her şeyi sereceğin bir yer değilmiş, yıllarca boşu boşuna kandırdınız bizi...
o kapağı bi de ordan kurtarması var ki... ah ah..

tatili özledik. hak ettik yahu!

nefes alamıyorum...

o okulun dört duvarından, finallerden, ödevlerden kurtulup... kendime dönme zamanı... hadi tatil... amma beklettin bu sene...

gel ne olur... gel artık!