31 Ocak 2009 Cumartesi

Barış ağabeye..


31.01.09


hep bilirdik özlediğimizi..
her gün mutlaka bir şarkısını dinlerdik.. bir muhabbette mutlaka alıntı yapılırdı o güzel şarkı sözlerinden.. çocukluğumuzun eskimeyen özelliğiydi..
hep sızıydı, hep özlemdi.. hep aranan, bir şeyler öğretmesi beklenendi..
ölümünden sonra ona özel tuttuğum hatıra defteri, sakladığım fotoğraflar acıyı taze tutardı...

ama bu kadar çok özlediğimizi dün gece farkettim..
siyaset meydanı'nda barış'a özlem özel programı vardı...
kah ağladık; kah sevindik onun hayatımıza değmiş olmasıyla...
bi de cem karaca'ya ağladık... cem karaca'nın oğlu emrah ile barış ağabeyin oğlu doğukan'ın yanyana dimdik duruşlarıyla hüzünlendik..

özlemişiz.. çok özlemişiz..
10 yıl ne sevgimizden bir şey götürmüş; ne de özlemi azaltmış..
9 yaşındaydım, sen vardın..
19 oldum.. hala varsın!
hep ol.. olman gerek..

adam olacak çocuk'tuk biz.. adam olduk.. görüyor musun ağabey?

28 Ocak 2009 Çarşamba

Halkların Kardeşliği...

hiçbir halkın bir diğerinden üstünlüğünün ya da eksikliğinin bulunmadığını... daha iyi bir dünya için, herkesin el ele mücadele etmesi gerektiğini ifade eden söz öbeğidir bu...

ırkçılığa,milliyetçiliğe dur demek ; farklı halkların üyesi insanların birbirini katlini engellemek ; bir halkın kendisini üstün/baskın görüp diğerini ötekileştirmesini eleştirmek gibi amaçlar saklıdır bu inancın içinde...

yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür... ve bir orman gibi kardeşçesine ...

ve bir sloganımız vardır:

yaşasın halkların kardeşliği!

işin özü..
dünya üzerinde.. savaş, açlık, acı, ölüm.. sürerken... bütün halklar el ele.. bütün insanlık el ele yaşasın kaygısıdır...
sadece bir sosyalistin değil, özgür ve başı dik yaşamak isteyen tüm farklı görüşlerin birlikte atması gereken slogandır...
olay sadece türk-kürt ayrımı değildir...

geniş düşünmek, dünyayı algılamak, at gözlüklerinden kurtulmak gerekir.

bir ırk, diğerini ezmese... sünni, aleviyi yermese... kapitalist, fakiri sömürge olarak görmese... hatta kapitalist, kapitalist olmasa.. bütün giderler-gelirler eşit olsa... halklar el ele, zaten yakında sonu gelecek dünyada umutla yaşasa...


diyoruz ya hep.. inanmasak.. nasıl yaşardık?

bugünün şarkıları...

bakalım dinlediğim şarkılar ruh halimi yeterince anlatıyor mu?

ayna-teoman
aman aman-duman
olduğu kadar-gripin
kim-teoman
fırtına-şebnem ferah
dursun dünya-teoman
aşk durdukça-yüksek sadakat
bitmedi-gece yolcuları
yeniden-çilekeş
bitti-seksendört
zor geliyor-gripin
kendimden geriye-çilekeş
aşık mıyız-gece
kalan sağlar senin olsun-emre aydın
ala gözlerini sevdiğim dilber-badem
bir yer var mı-gece yolcuları
ben seni arayamam-yüksek sadakat
hala aşk var mı-redd
kalk sevdiğim-badem
dem-nev
kendimden geriye 2- çilekeş
olduğu kadar-gripin
son mektup-seksendört
keşke-aylin aslım
prensesin uykusuyum-redd
bugün-şebnem ferah
seni seviyorum-kargo

uzar gider liste..
var bir tuhaflık.
melankoli desem değil, neşe desem değil...

müzik bir terapi.. ruhu iyileştiren, kafayı toplayan, umut veren, dinlendiren...
şarkılar ilaç.. her derde değen...

günümü güzelleştirenler bu şarkılar.
günümü yaşanılabilir kılanlar..
hayata dair güzel detaylar..
müzik, vazgeçilmez!!



28.1.09 - 17.17

26 Ocak 2009 Pazartesi

yazmak isteği!

1.11.2008 20:19 : geçmiyor bu istek.. hiç geçmesin.. bir ömür yazayım ben!!


içinden taşan duygular öyle yoğundur ki engel olamazsın. yolda, evde, bir anda... yığılıverirler zihnine...
uykudan uyandırır seni bu istek... uyanıp, henüz aralanmamış gözlerle kalem kağıt bulur, aklına düşen dizeleri kağıda dökersin...
canın acır, kimseyle konuşamadığında kağıdın kalemin yoldaş olur yalnızlığına...
sonraları klavye üzerinde de gezinir parmakların.. paylaşmak istediklerini sözlüğe* yazma isteğine dönüşebilir hislerin.
ister klavyeyle, ister kalemle.. boşaltamazsan içindekileri.. patlarsın... ağlaya ağlaya içindeki zehri temizlemeye çalışırsın...

kısacası, iyidir bu istek. candır. hayat kurtarır. duyguları netleştirir...

-------------
*: http://www.sonsozluk.com : bu yazı da esasında orada yazılmıştı.

aşırı yazma isteği!

yazmak en derin acıların ilacıdır!

yazı yazma isteği ile kıvranıyorum.
yazmayı çok istemekle, yazacak bir şey bulamamak arasına hapsoldum; kelimeler çözsün diye bekliyorum!
melankolik şeyler yazmak istemiyorum artık.
eğlenceli şeyler yazacak kadar da iyi değil ruhum.
ne yapsam bilemedim!

yazmak istiyorum.
durmadan, amaçsızca bir şeyler anlatmak.
hayata tutunma yolum bu benim! yazarak ifade ediyorum: kendimi, hayatımı, insanları, ruhu, dünyayı, geleceği, geçmişi, bugünü, acıyı, sızıyı, sevinci, aşkı, ayrılığı..
yazamayınca, böyle patlamaya hazır olan ama bir türlü patlayamayan bir volkan gibi hissediyorum kendimi.
patlamazsam içimde kuruyacak bu lavlar, canımı yakacak.
yazmam lazım... da ne yazacağım ben ya?!
bak hala saçmalıyorum bir şeyler.
amaçsız bir yazı oldu bu, ok fırladı yaydan. koşuyorum arkasından ama yetişemeyeceğim.

sıkılıyorum.
kitapların arasına gömülmeyi, kitapların dünyasına girmeyi, kendimi satır aralarında bulmayı özledim.
yazmayı, yazmayı, yaratmayı, yazmayı, yine yazmayı özledim..
arkada şöyle güzel bir şeyler çalsın, ben yaratayım. kelimelerle oynayayım. onlar benden kaçsın, ben yine yakalayıp yazayım. kelimeler dalga geçsinler benimle; anlatım bozukluğu olsunlar... üşenmeden düzelteyim.
mesela şimdi Vega çalıyor.. serzenişte! ben de serzenişteyim! yazmak istiyorum!
olmadı, neşeli şarkı bu!.. müziğe bak; kıpır kıpır. şimdi de kelebekli, çiçekli böcekli yazasım geldi.
ne oluyor bana?! "ama ben ben sahiden ben her neysem işte..." "biraz sev sakinleştir.."

sakinleşmeyeceğim.
yazı yazmak istiyorum.
parmaklarım benden izinsiz saldırıyor klavyeye.
biz yazı yazmak istiyoruz: ben, parmaklarım, aklım, zihnim, gözlerim, ruhum.. biz yazı yazmak istiyoruz.
aşırı bir yazma isteği bu. aşırılığa kaçmadan.

ne yazacaktık yahu?

ne yazalım? ne yazdık? ne oluyor?
off..
yazmak istiyorum!!




26.01.09 21.25

20 Ocak 2009 Salı

Hrant Dink'e ithafen..


19.1.2009

soruyoruz hep: 2 yıl oldu, ne oldu?
hiçbir şey olmadı sireli yeğpayris...
tetikçin yakalandı; asıl katiller dışarda...

bugün saat tam 3'te bir güvercin gönderdim gökyüzüne... görmüşsündür.
bir damla da gözyaşı yüklemiştim sırtına... aldın mı kardeşim?


merak ediyorum; bir gün bebeklerden katil yaratan zihniyet aydınlanır mı sence?

*

dipnot: sireli yeğpayrıs; Hrant'a hitaptır.. Hrant'ın dilinde.. : Sevgili Kardeşim..

*

17 Ocak 2009 Cumartesi

His..

garip bir hissiyatın kıskacındayım bir kaç gündür..
paylaşmadan edemedim...

ingilizce çevirmen olacağım 4 sene sonra... birinci sınıfım henüz.
hayalim değildi bu; çocukluğumdan beri öğretmen olmak isterdim. şartlar ve kader sürükledi beni bu bölüme... puanım çok iyi olduğu halde; İstanbul'da kalmak uğruna bu bölümü seçtim... geriliyorum. bazı günler çok seviyorum; iyi ki seçmişim diyorum... sonra an geliyor.. pişmanlık kaplıyor dört bir yanımı fütursuzca..
ne yapacağımı, ne edeceğimi bilemiyorum öyle anlarda. umutsuzluğun pençesinde kıvranıyorum...

işte yine öyle bir anda, şöyle bir his yerleşti içime:

hani olur ya.. istemeden, zorla evlendirilir insanlar. derler ki "nikahta keramet vardır..evlenince seversin." istemeden evlenen çift, birbirini sevmek zorunda bırakılır ya da sevmeksizin bir ömürü geçirmeye mahkum olur. bazı yörelerde, boşanmayı bırak.. bu evliliğe itiraz etmek bile suçtur hani.. kimi zaman sevgi doğar bu iki gönülsüz evlilik kurbanı arasında.. o zaman güzelleşir her şey. bazen de sevmezler birbirlerini.. bir de çocuk gelir bu uzak düşlerin çiftine... ya da çiftlerden birinin zaten daha önce aşık olduğu biri vardır... ondan vazgeçmek zorunda kalır...

işte ben de bu durumdayım şimdi.
hayallerimin aşkını; öğretmenliği terketmek zorunda bırakıldım sanki.
ve mütercim-tercümanlık bölümü ile zorla evlendirildim.
bu evlilik boyunca onu sevmek zorundayım.
4 yıl süresince bana eşimi tanıtacaklar, eşimle anlaşabilmem için gereken yöntemleri öğretecekler. ve 4 yılın sonunda başbaşa kalacağız.. yürürse bu evlilik; mutlu olacağız belki de eşimle.. mesleğimle..
peki ya sevemezsem? ömrüm boyunca yüreğimde büyüteceğim bir pişmanlıkla evlendiysem ya..
beynimi kurcalayan bu histen kurtulmanın bir yolu olmalı...

yeni eşimle yolumuzda engeller de var: sınavlar.
sevmediğim için; bu engelleri aşma yolunda çaba da göstermiyorum.
oysa aşmak zorundayım.
bu evlilikten sonra adımın önüne bir de çevirmen sıfatı ekleyecekler... hani soyad değiştirir gibi.. acaba bu sıfatın gücünü taşıyabilecek miyim? ya taşıyamazsam..

heyhat; bu hisler içimde büyüyor. delirecek gibi oluyorum. nefes alamıyorum...

bir çin atasözü şöyle der : "tanrım! değiştirilebilecek şeyleri değiştirebilmem için bana güç ver, değişemeyecek şeyleri kabullenebilmem için sabır ver ve bu ikisini ayırt edebilmem için akıl ver." aynen öyle. ihtiyacım olanlar bunlar.. sabır.. sabır.. sabır.. ta ki, sabır taşı çatlayıp beni isyana sürükleyene kadar...

mesleğimi sevmeliyim.. sevmek zorundayım. bir ömür birlikte yaşayacağız...

sevmeliyim.. değil mi?

17.01.09

14 Ocak 2009 Çarşamba

Nazım Hikmet Ran


esasında; 20 kasım 1901'de selanik'te doğan üstad..

ama aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih 15 ocak 1902 olarak anılmış, kendisi de bunu benimsemiştir.

yani.. yarın, üstadın doğumgünüdür..


iyi ki gelmişsin dünyaya.

iyi ki yüreğinin alevini dizelere dökmüşsün...

iyi ki...


şimdi adını kullanıyor 'birileri'.. çıkarları için..

görüyorsun biliyorum, sen bakma onlara...

kendi çamurlarında boğulsunlar bırak...

biz üzülüyoruz senin yerine de..

sevgiyle anıyoruz adını.

dizelerine düşlerimizi gizliyoruz..


ne güzel şey hatırlamak seni!..



14.1.2009 20:55
not: "ne güzel şey hatırlamak seni" , Nazım Hikmet'in dizelerine hasret gizlenmiş şiiridir aynı zamanda..
"ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken... "
**

10 Ocak 2009 Cumartesi

diş teli.. :)

dikkat!! bu bir veda mektubudur:

sevgili diş telim,
seninle iki yıl önce tanıştık.. önce hiç sevmedim seni, çok üzüldüm, istemedim... ama şimdi, bi kaç ay sonra beni terkedeceğini öğrendiğimde... üzülüyorum... çünkü varlığın rahatsızlık vermiyor artık... evet, çok acı çektim... 3 defa cerrahi operasyon geçirmeme sebep oldun... ilk aylar konuşamadım, gülemedim... kola içmeyi,sakız çiğnemeyi, erik yemeyi özledim... sert şeyler yerken can acısı çektim... ama seni de çok sevdim...
evet sevgili diş telim... vakit ayrılık vaktidir... seninle birlikte gülümsemeye çok alışmıştım... sensizliğe alışmak da zor olacak eminim.... seni ve sevgili doktorumu çok özleyeceğim...

13.9.2008 12:05

**

ayrılma sürecinde, can acısıyla beraber... ayrılıyor olmanın da hüznünü duyabildiğiniz aparat. tel'siz görüntünüze alışmanız zaman alabiliyor.
evet..vedalaştık... tam da bugün, rutin bir kontrol için gittim sanarken... "vakit geldi!" dendi.. nasıl bir surat ifadem oluştuysa, doktorcuğum bile üzüldü halime...
ayrıldık diş telimle.. buraya kadarmış...

1.11.2008 15:53



bi de iki defa gömük diş ameliyatı olmanıza sebep olabiliyor. ayrılığın intikamı herhalde..

bir adı yok bu yazının...



ben güçsüz değilim.
giderken beni öldürmemekle hata ettin.
ölmediğim sürece, hep senden daha güçlü olacağım.
beni öldürmeyen acı, beni güçlendirir!!

ben artık güçsüz değilim.
ama güçlü rolü de yapmıyorum.
çünkü gerçekten güçlüyüm artık.
ve mutluyum.

delirmek üzereyim belki ama... geçirdiğim değişimin sonucu bu. ben güçlüyüm. güçlü..
.
.
.
ve özgürüm bir bulut kadar!..
.
.
.
10.1.2009 17:45

9 Ocak 2009 Cuma

bir an..

bir an.. durur ya insan, hani bakar ya aynaya...
o zaman anlar bazı şeyleri daha net.
yalnızsa hele. aynadaki aksinden başka kimse yoksa etrafta...
idrak etme vaktidir şimdi vakit!

**

kendimi seviyorum.
gerçekten.
meğer yalanmış herkes.. her şey..
hepinizin sevgisi yalanmış. bi tek ben'im gerçek..
oysa ben..
Çok ihanet etmişim bilmeden zavallı ben'e.. *
şimdi anladım..
kendimi seviyorum.
kendimi kendimden başka sevecek hiçbir insan yaşamıyor çünkü dünyada...
ey ben..
umut etmek... sahip olduğun tek güç aslında...

kendine tutun.


29.9.2008 ~ 9.1.2009


* Sagopa Kajmer - yarım gönülle bir öpüş..

3 Ocak 2009 Cumartesi

Barışa Türküler..


biraz da şiirlerimi paylaşma vaktidir vakit..

**



Bir güvercindin hayatıma girdiğinde…
Mutluluk taşırdın kanatlarında.
Bembeyazdın, umut doluydun…
Hayat dolu yüreğinin çırpınışlarında.

Bir güvercindin hayatıma girdiğinde…
Ürkektin, korkardın dokunuşlarımdan.
Sesin içimi titretirdi, ağlardım…
Adın dökülürdü umutla dudaklarımdan.

Bir güvercindin hayatıma girdiğinde…
Ben de zeytin ağacın.
Konardın dallarıma…
Sevginle, sevgimle dinerdi acın.

Bir güvercindin hayatıma girdiğinde…
Özgürdük ikimizde. Özgürce yaşardık.
Sevmezdik tutsaklıkları…
Barışa türküler yakardık.

Bir güvercindin hayatıma girdiğinde…
Acım, acın; umudum, umudun olmuştu.
Bir sevda hikâyesi yazmıştık…
Hüzünler mutluluk, kederler sevinç olmuştu.

Bir güvercindin hayatıma girdiğinde…
Sonra her şey karardı.
Dünya karardı, yıldızlar karardı…
Güvercin karanlığa uçtu, uzaklaştı.

Bir kara leke gibiydin hayatımdan çıkarken…
Bitmek bilmez kâbusların habercisi.
Bir deli rüyaydın belki de sen…
Bitmiş aşkların müjdecisi.

Simsiyah bir gölgeydin hayatımdan çıkarken…
Gülümseyişlere gözyaşı katarak gittin…
Sen giderken, kavgam yarım kaldı…
Her günüme daha fazla esaret kattın.

Sen giderken, savaşlar döndü dünyaya…
Ayak uyduramaz oldum.
Sen giderken, ben küstüm dünyaya.
Kurudu köklerim, duyulmaz oldu barış türküleri…

Sen giderken, kırıldı dallarım…
Barışı getiremez oldum.
Çığlık çığlığa yüreğimle,
Aşkı tanıyamaz oldum.

Sen giderken, güvercinler uğurladı seni…
Sen giderken, ben yarım kaldım…
Sensizlik büyürken içimde,
Kendimle olan ateşkesimi bozuyorum…
Sen giderken, ben bitiyorum…



Mart 2008



not: bu şiir kültür dersanesi'nin "teneffüs" dergisinin mayıs sayısında yayımlanmıştır.


dipnot: okuyanlara teşekkürler defalarca...