23 Haziran 2010 Çarşamba

Nükleerle yaşamaya hazır mısın?

http://nukleer.greenpeace.org

Wikipedia'dan kısa bir alıntı:

"26 Nisan 1986'da Ukrayna'daki Çernobil nükleer reaktöründe meydana gelen patlama ve sonucunda yayılan radyoaktif madde Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya'da yaşayan 336.000 insanın tahliyesine, 56 kişinin ölümüne, 4.000 doğrudan ilişkili kanser vakasına ve 600.000 kişinin sağlığının ciddi şekilde etkilenmesine sebep olmuştur. Nükleer kalıntıların ürettiği radyoaktif bulut patlamadan sonra tüm Avrupa (Türkiye'de özellike Karadeniz ve Marmara bölgesi) üzerine yayılmış ve Çernobil'den yaklaşık 1100 km uzaklıktaki İsveç Formsmark Nükleer Reaktöründe çalışan 27 kişinin elbiselerinde radyoaktif parçacıklara rastlanmış ve yapılan araştırmada İsveç'teki reaktörün değil Çernobil'den gelen parçacıklar olduğu tespit edilmiştir."

Biz şimdi Kazım Koyuncu'yu böyle deli gibi özlerken, onun ölümüne yol açan şey neydi peki? Nükleerin sebep olduğu kanser değil mi?

Biz hazır değiliz nükleerle yaşamaya... Nükleer hiçbir çevre sorununu çözmeyecek, üstelik işleri daha kötü hale getirecek. HES denilen ve ülkemin doğal güzelliklerini barajlarla katleden sistemin yanısıra, bu da insanların canına malolacak.

Her şey güzel olacak diyenler! O nükleer atıklar toprağa karışıp, çocuklarınızı zehirlediğinde de her şey çok güzel olacak değil mi? Durmayın artık, bir imza atın...

Hükümet Rusya ile işbirliğinde. Dünyamızın en riskli ve kirli enerji kaynağını, güzelim ülkemizi mahvetmek için kullanmalarına izin mi vereceğiz? Nükleer atıklar gemilerle taşınarak Boğazlar’dan geçirilecek. İstanbul, Çanakkale ve Antalya kaza riskiyle karşı karşıya!

Bu tehlikeyi durdurabiliriz. Haydi bir e-posta yollayın milletvekillerine! Geçemesin yasa tasarısı, işin peşinde olduğumuzu görsünler!

17 Haziran 2010 Perşembe

Masumiyetin Ziyan Olmaz



Sonunda, benim için gayet mübarek bir gün olarak anacağım 16 Haziran günü Mor ve Ötesi grubunun şahane “Masumiyetin Ziyan Olmaz” albümüne kavuştum. Bir ay gecikmeli de olsa… Kapağıyla raftaki diğer albümlerin yanında o kadar farklı, o kadar ilginç ve o kadar “bize özel” duruyordu ki! – ama kapakta küçük bir çizik varmış; anca ambalaj çıkınca farkettim, neyse. Her şeyiyle bir mor ve ötesi albümü, beklediğimiz… istediğimiz… onlara ve bize yakışan şekilde!

Aldım albümü, sarıldım, yılların özlemiyle sardım… Dört yıldır beklediğim sevgiliye kavuşmuş gibi sarıldım… Akşam olduğunda bir ayin gibi, yavaşça, özenerek açtım albümü. “Teşekkürler” bölümünü okudum önce, atlamadan… Düşüne düşüne… “Müziğimizi kalplerinde taşıyan tüm dinleyicilerimize…” demişler ya, üzerime de alındım yani. Yıllardır, her anımda bir şekilde şarkılarının izi kaldı. Kalbim mor oldu, kalbim onlarla birlikte attı çoğu zaman. Renkler bazen çok şey anlatıyor insana. Ağabeylerim, renkleriyle benim hayatımı ve biz mordaşların hayatlarını güzelleştirdiler yıllar yılı. Şimdi Masumiyetin Ziyan Olmaz diyerek bir renk daha eklediler hayatımıza. Kerem Kabadayı yoldaşlarına teşekkür etmiş, “Hrant için adalet için” diyerek… Şu dünyada oturup sohbet etmeyi düşlediğim, istediğim insanların en başında geliyor Kerem Kabadayı. Onun “yoldaşlarından biri” olduğumu hissediyorum yürekten. Bu teşekkürü de üzerime alınasım geliyor bu yüzden. :) Umudumu gizlediğim mor rengin sihriyle kırmızı CD’ye uzatıyorum elimi. Nazikçe çıkarıyor, usulca takıyorum CD çalara… Başlıyorum şimdi, hem dinlemeye hem bu yazıyı yazmaya…

Korkma ile selamlıyorlar önce. “Korkma” diye sesleniyor ağabeylerim. Elim şarkı sözlerine uzanıyor, gözüm bir yandan da orada. “Bir fani insansın… Kalbin ruhun aklın vicdanın bir yanda… gölgen uyur…” Bilindik mor ve ötesi müziği. Aynı güçle sarıyor notalar. Aynı güçle şarkının içine çekiyorlar. Ses bazen boğuk geliyor, huylanıyorum CD mi bozuk diye; ama yok aklıma albüm tanıtımı için dinlediğim kısa kesitler geliyor, rahatlıyorum. :) Bu mahir dünyada, korkma diyor sözler. Korkma…

Sonra Meksika’ya geçiyoruz. “Aynı sınıftan olsak ya…” Her yerde ötekileştirilenler, kendi kardeşini katledenler, savaşanlar ve kana susayanlar varken, “aynı bedende olsak ya…” diyor mor ve ötesi. Dile takılacak, nakaratıyla çığlık çığlığa söylenecek bir şarkı daha. Dünya kendi hızında dönüp biz geride kalırken, soruyor mor ve ötesi: “Bir teselliye kanar mı bu yürek?”

Biz cevabı düşüneduralım, yeni sorular geliyor Sor ile. “Umudun yanında mı?” Umudum bu sözlerde diyorum içimden, ah duysalar keşke… “Yine mi hüzün var, niye?” Evet, hep hüzün var, masumiyetimizin içinde hep bir hüzün saklı. Bana ‘Dünya Yalan Söylüyor’ albümünü hatırlatan bir şarkı oldu bu. Dinlerken anılar hücum ediyor. Yorma Kendini’ye geçmeden önce, bir kez daha başa alıyorum. Sindirebilmek, düşünebilmek için. İzin veriyorum: anılar gelsin, acılar gelsin, şarkı içime işlesin… Hava daha mı ısınıyor sanki dinlerken? Ah, “Kendini bilene sor…” İkinci dinleyişte daha bir seviyorum.

Ve sırada, klibiyle ortalığı epey karıştıran Yorma Kendini var. Çok tepki topladı, biz mordaşlar bile ısınamadık klibe. Hatta şarkıya bile uzak durduk bir ara. Ama dinledikçe, hissettikçe, mor renge büründükçe bu şarkı da bizim sevgili arkadaşlarımızdan biri oldu. Bu müziği, sözleri başka bir yerde görsem bile rahatça mor ve ötesi imzası taşıyor diyebilirdim; o denli özgün bir eser olmuş. Eğlenceli bir şarkı, eğlencesiyle içine de alıyor sizi hemen. Rahatlatıyor, her şey geçer öyle ya; altı üstü bir eğlence, değil mi? “Yorma kendini, yorma aynı yanlışlarla…” Yollar da aynı, yanlışlar da… Düzelmek lazım galiba. Bu aydınlık ve eğlenceli şarkı, dinledikçe kendini daha çok sevdiriyor.

Toplumsal sorunlara kayıtsız kalamayışları ile daha çok sevdiğimiz grubun, bizim içimizi sızlatan bir olayı hatırlattığı Festus başlıyor şimdi de. Biliyoruz, ülkemizin “farklı olanlarla” bir derdi var. Öteki, öldürülebilir, dövülebilir, gözaltında hayatını kaybedebilir. “Bizden değilse” ölse de umrumuzda olmaz. Tıpkı 2007 yılında Festus Okey’in gözaltında bir polis kurşunuyla ölmesi gibi… “Beyoğlu artık güvenli.” Ve insan öldürmek bu kadar kolay işte…
“Kim miyim, emniyette bir zenci. Yaşar mıyım? Şansım yüzde elli…” Çok fazla söylenecek bir şey yok aslında; bu memlekette her gün gözaltında ya da sokakta polis şiddetiyle, devlet eliyle ölen insanlar var… İyi ki morlar bizim gibi sessiz kalmıyorlar… “Dünya yalan söylüyor” diye bağırmaları gibi…

Ah, bu kadar sosyal meseleden sonra; son dönemlerde “hayatımın şarkısı” diyebildiğim Araf çıkıyor karşıma. Daha albümü almadan, internetteki videolar sayesinde onlarca kez dinlediğim… benim için “en özeller” listesine girivermiş güzeller güzeli bir eser bu. “Adalet yok ya, canımı yakar bu sessizlik…” Can yakıyor bu şarkı. Yüreği yıllardır Araf’ta olan, ortada kalmış, hiçbir yere ait olamadığını hisseden birinin canını çok fena yakıyor. “Aşkın içine bak…” Aşık bir yüreği de mi sızlatıyor ne… Ne zamandır araftayım, ben bile bilmiyorum. Tek bildiğim, bu şarkının yüreğimdekileri anlatabildiği… “Kimler varmış içimde, yoklama yaptım… Deliler çıktı, cellatlar bir de şeytanlar…” Müzik ve Harun Tekin’in yorumu öylesine özelleştirmiş ki… Yüreğinize sağlık çığlıkları yükseliyor içimden yine.

Ve… Bir Burak Güven şarkısı: Camgezer. “Aşk sahnesinde rol bekler gibi…” Aşk şarkısı bu yahu, öyle hissettirdi daha ilk dinleyişte! Sanırım Burak Güven yine konuşturmuş içindeki aşkı. Biz de sürekli sormuyor muyuz, “neden aşıksın bana, neden aşığım sana…” Gerçi belki cevapsız kaldığında daha kıymetli bu sorular. Cevaplar aşkın büyüsünü bozabiliyor… Müzik de pek güzel, karamsarlıktan uzak yine hızlı bir müzik. Camlarda dolanan kalplere hediye gibi, morlarımızdan.

Sonlara doğru yaklaşırken, mor ve ötesi’nin güncel yaralara değindiği yeni bir şarkı daha var şimdi: Nakba. İsrail’in Filistin’e yaptıklarından sonra, Filistinliler İsrail’in kuruluş gününe böyle hitap ediyor: Felaket günü. Nakba, Filistinlilerin yıllardır süren acısının adı aslında… Yürekleri barış ile dolu morlar, halkların kardeşliğini yerlebir eden böyle bir işgale susmayacaktı tabii ki. Gözlerini dolduruyor insanın, ölen Filistinli çocuklar geliyor aklınıza: “Bak sana bayram, bana bomba…” İsrailliler kuruluş günlerini kutluyor bayram gibi, Filistinlilerin başına bomba yağarken… “Kutlayamazsan ağla yanımda, ruhumu da al yüzleş aklınla…” Bu katliamları sorguluyor muyuz, yanı başımızda olan işgali… Son zamanlarda herkes diken üstünde, İsrail geri adım atmıyor… Ama biz susmuyoruz! Kardeşliğin bozulmasına böyle göz yumamayız ki…

İlginç hikayesini Disko Kralı programında sevgili ve birtanecik Kerem Kabadayı’mızın ağzından dinlediğimiz Kara Kutu başlıyor bu sırada. Uçaklarında sorun olan mor ve ötesi ekibinin yaşadığı günden ilham alan Harun Tekin’e aitmiş sözler. “Kaza raporu okur gibiyim kendime bakarken… Kanatlarım donmuş, hızım düşmüş yerlere…” Kurtar beni, diye mırıldanan bu şarkıyı da yadırgamıyoruz. Bize özgü yine, biliyoruz. Daha ilk dinleyişte sevilebilen şarkılardan. Geldiği gibi hızlıca bitiyor şarkı, başka bir güzelliğe bırakıyor yerini.

İşte 2012! En özeli belki de albümün, albüme adını veren sözler bu şarkıdan çünkü. “Bu niyetin ziyan olmaz inşallah” diye girip… “masumiyetin ziyan olmaz” diyerek çıkıyoruz. Az sözlü, güzel müzikli, küçük ama etkili bir şarkı olmuş.

İnsanda bisiklete binip, tüm dertlerinden uzaklaşma isteği veren güzel bir şarkı Bisiklet. Sözler yer yer karamsarlaşsa da, umut verici bir şarkı bence. Sözleriyle, müziğiyle tuhaf hisler veriyor, rahatlatıyor. “Bas pedalı bak gökyüzüne, seni bekleyen başka bir adam var…” Bundan sonra bisiklete bineceğim her anda bu şarkıyı mırıldanacağımdan eminim. Güzelsin, çok güzel… Ve ayrıca veda’sın. Bu güzel şarkıyla bitiyor “Masumiyetin Ziyan Olmaz” ve tadı damağımda kalıyor. Sanki 12. şarkı da başlayacak gibi hissettim ama başlamayacakmış meğersem.

Ben albümü başa alıp, “Korkma” ile ikinci tura başlarken… Bu yazıyı da bitireyim artık.
Güzeller güzel albüm, güzeller güzeli adamlar… ve biz mordaşlar! Bu albümü çok bekledik, çok istedik… Sonunda geldi! Ayrıca biraz buruşuk da çıksa albümün içinden, postere bayıldım! Şarkı sözlerinin arkasında poster olması fikri pek güzelmiş. Son sözüm ise şu olacak… SİZİ ÇOK SEVİYORUM MORLARIM!

11 Haziran 2010 Cuma

Yalnızlığın 'Beş' Hali

"Yalnızlıktan unutuldu benim adım..." diyor ya Gripin. Hiçbir söze bu denli hak vermemiştim galiba uzun süredir. Ne güzel şarkı böyle "Beş"...
Sanki ben, derdimi artık yazamıyorum-anlatamıyorum diye yapmışlar bu şarkıyı... ne zamandır yazı bile yazamıyorum... anlatamıyorum. kendimi kendime ifade edemiyorum...
Benim tercümanım olsun diye var sanki bu şarkı!

"Yalnızlıktan unutuldu benim adım,
siz üzülmeyin ben alışığım,
kedim bile uğramazken evime,
çift kişilik yatak benim neyime?"


Hakikaten, varlığım bile unutulmuyor mu zaman zaman. Dostlarım var diyorum, kendimi avutuyorum. Yalnız değilim ki! diyorum aynanın karşısında. Ama biliyorum ki hiç kimse bu denli yalnız olamaz aslında...

"Dört işlemden ibaret parmak hesabıyla bütün hayatım
eksildikçe saatler ömrümden artıyor gelecek telaşım
anlattıkça bölmüşüm umutlarımı duvarlara çarpa çarpa..."


Hayatımı anlatmaya dermanım yok. Anlatabileceğim bir hayatım da yok esasında.
Saatler hızla ilerliyor, bir yere doğru koşuyorlar. Nereye gidiyor zamanım?
Ben oturduğum yerde otururken, nereye kaçtı günlerim, ışığım, geleceğim?

"Uyandım!
Saat üç, dört, beş bana hiç farketmez
ne zaman çalınsa kalbim derler ki bir arkadaşa bakıp da çıkacaktık!"


Ah! Gelenler, gelirler ve giderler. Kalan oluruz hep biz, arkada gözü yaşlı kalan.
Gelirler... Giderler... Giderler ve yıkarlar. Yıkılırız.

"kalan umutlarımdan birini seçip
hepsini HEPSİNİ hep kaybettim
şimdi kendimden geri ne kaldı ne kaldı
kimseler duymadı sadece duvarlar ağladı"


Umutlar bile tükenir mi? Bir damla umut bile yok edemez mi bu yalnızlık hissini? Kanayan yaraları umutlar örtmez mi?
Ne kaldı benden geriye? Eridim, tükendim. Bir yalnızlığım kaldı küllerimin içinde! Ne zaman doğar insan küllerinden yeniden?

"düşün düşün hep bir sonraki adımı
bu yüzden unuttum ben yaşamayı
peşin peşin söyledim lafımı
acımadan kanattılar yaralarımı"


Ne yapacağımı bilmeden geçiyor günlerim. Hamlelerim kendi kendilerini bertaraf ediyor.
Her adımım boşa, her çabam gereksiz.
Anı yaşayamadım, dünümü kaybettim. Bugünümü yok saydım. Gelecek? Ah, o hepten belirsiz.
Yaralarım kabuk bağlayamadı hiç, kanadım - hep kanadım... Ah... ve kırık kanadım! uçamıyorum artık!

Yalnızlık fena, yalnızlık acı..
yalnızlık, yalnız mıyız?
ne kadar yalnızız yalnızsak?
ve niye!!!
kendimi hiç bu kadar boşlukta hissetmemiştim. mutluyum, yüzüm gülüyor, arkadaşlarım var. etrafımda pek çok sıfatta pek çok insan var. ve hiç olmadığı kadar yalnızım.
yoruldum... "KALABALIKLAR İÇİNDE YALNIZ" olmaktan yoruldum... çok yoruldum!

yalnızlığın 'beş' hali, en acıtan hali oldu.



NOT: "Beş", Gripin grubunun M.S. 05 03 2010 albümüne ait.

bu albümde bir de şöyle bir söz var ki beni deli ediyor... "Her birimizin içinde biraz aşk var en az yalnızlık olduğu kadar.." ah ah!