25 Şubat 2009 Çarşamba

bir başka halet-i ruhiye

uzun uzun anlatılır bir yere ait olamama hissi... hani anlattım ya geçen yazımda!
bir de bambaşka yönü var bu olayın.
birine ait olma!
iyelik eki! "benim" lafındaki gibi! sahiplik göstererek belirtir belirteceğini.
dostum derken de sahipleniyoruz.
aşkım derken de..
bize denildiğinde de... sahiplenilmiş oluyoruz!

birine ait olma ne ilginç bi'şey!
kendini hiçbir yere ait hissetmezken, sana sahip olduğunu iddia eden biri!
ve sen de ona sahipmişsin gibi...
sahip olunabilen şey, aşktır aslında. dostluktur ya da.
ona ait değilsindir; o senin aşkının bir parçasıdır.
o senin değildir; aşk birleştirir sizi.
ama "seninim" denir yine. "benimsin" denir ardından.
insanoğlu, illa sahiplenecek bir şeyleri.

oysa ne diyor Can baba...
"mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
mesela turuncuya, ya da pembeye.
ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak..."

elde değil; bağlanıveriyorsun.
ama... " bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"o olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
demeyeceksin işte. yaşarsın çünkü. "

birine ait olmak çok garip! kendine bile ait değilken henüz.
sahiplenmek, benimsemek, kabullenmek...
benimsenmek...

hayat uzun soluklu bir şaka gibi.
çok benimsediğin, çok çabuk giden oluyor.
önemsemediğin, en uzun kalan.
"birbirimiziniz" dediğin, yeri geliyor "ben"liğini "biz"liğin önüne yerleştiriyor.
ya da aslında -biz- de yok belki. ben varım, sen varsın, o var. 'aitlik' dediğimiz şey ne kadar işlese de tene, sen önce kendine ait olmalısın bence!

ne garip halet-i ruhiyeler içindeyim... heyhat! bin düşüncenin bini de yarış halinde zihnimde...
hangisi galip gelirse, onu ifade ediyor kalemim.


sözü Ataol Behramoğlu'na bırakarak bitireyim bu satırları:

"ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..."


25.02.2009 - 22.09


not: yine bir şeye benzemedi sanki. ne dinginleşmez bir ruh hali imiş...

22 Şubat 2009 Pazar

halet-i ruhiye

arada kalmışlık. yanlış zamanın yanlış bir yerinde sıkışmışlık...
ne garip bir halet-i ruhiyedir öyle.
nereye ait olduğun belli değil, kim olduğun bile bazen...
mutlusundur, sevgilin vardır, güzel bir okulun vardır, güzel bir hayatın vardır.
yine de gelir yerleşir içine!
mutluluk yasaktır. yasaklıdır. saklıdır derinlerde.
boşlukta sallanan bir nesne misali. rüzgar nereye savurursa oraya sürüklenmek.
hep bir şeylerin eksik olduğunu düşünmek.
her güzellikteki kusuru görmek için kısmak gözleri.
hata bulmak. hataları büyütmek. hataları saklamak. içine sancı eklemek.
en mutlu anda bile kötü bir şey bulabilmek ne ilginç bir yetenek.
sevgilin sana güzel bir cümle kurmuş; bariz aşk kokuyor her hecesi. sen oradaki imla hatasına takılıyorsun. "o öyle yazılmaz!" romantizm mi kalır? ama kafa bu, takılır. illa bulacak ya bir şeyde bir kusur.
arada kalmışlık.
ait olamama.
yalnızlık. kalabalıklar içinde hem de...
sığınak aramak. sığındığın yerlerde daha çok canının yanması ve kaçmak.
kaçmak.
kaçmak!
güvendiğin dağların tek tek çöküşünü görüp yine kaçmak!
dost dediklerinin gelip geçici detaylar olduğunu görmek, daha beter arada kalmak.
çökmüş bir halet-i ruhiye...
aynı ruh hali, günlerce evden çıkmak istemez mesela...

ara not: yazının tam bu yerinde annem, bana aldığı uykusuz'umu verdi. bu halet-i ruhiyede olumlu bir ivme sebebi oldu mesela.. demek ki küçük şeyler sevindirir ruhu.. neyse yazıya devam!

işbu ruh hali, arada kalmışlık, bin beter her bir dertten.
o ait olmama hissi kötü. pis. yaralayıcı.
yara açılmadan, yaralanmak gibi.
görünürde yara yok, içten içe kanama hali.
daimi bir huzursuzluk. daimi bir rahatsızlık. süregelen bir pişmanlık.
iki zaman arasında sıkışmak.
ne geçmişe ait, ne geleceğe.
nerdeyim bilememe hali.
zor.
ne haldeyim...
of, bu yazıya sonra devam edeceğim.


22.02.2009 - 15:51

8 Şubat 2009 Pazar

İstanbul'uma..




8.2.2009 17:49




geceden beri susmadan ağlayan.. şehir kelimesinin tasvirinde kifayetsiz kaldığı.. güzeller güzeli kadındır istanbul..

ne derdi var, ah bir çözebilsem..

içini boşaltıyor sanki, göz yaşları sokakları temizliyor...

gökyüzünden düşen her bir damla, hüzün ekliyor günün hazan saatlerine..


ağlama ey istanbul..

ya da ağla.. ama kederden olmasın gözlerinin yaşı..


şu halinde bile bizi mutlu edebiliyorsun sen. pencerenin önüne oturup, göz yaşlarına eşlik ederken.. kitaplara sığınabiliyoruz mesela..


hırçın bir kadınsın istanbul.. dışarda kalanların canını yakıyor damlaların..

ne kadar da hızlı göz yaşların.. bulutların da kararmış..


seni yaşamak ne güzel.. seninle yaşamak her şeye rağmen...


**

"ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer." demiş Yahya Kemal Beyatlı...
binlerce yıldır hiç kimse gerçekten terk edememiştir bu şehri, nereye gitseler istanbul peşlerinden gelir..
**